Bir zamanlar, uzak bir diyarda narin bir gül yetişirdi. Rüzgarlar ne kadar sert esse de eğilmez, güneşin altında dimdik dururdu. Kokusuyla herkesi kendine hayran bırakırdı ama yakınına yaklaşanlar dikenlerinden şikâyet ederdi.
Bir gün bir adam geldi. Güzelliğine kapıldı, kokusunu içine çekti. Ona dokunmak istedi, ama dikkatsizce uzandı elini. Parmağı kanadı. Öfkeyle bağırdı:
“Ne biçim gülsün sen? Güzelliğin kadar acın da varmış!”
Gül sessizce rüzgarda salındı. Ne savundu kendini, ne özür diledi.
O sırada yaşlı bir bilge yaklaştı. Adamın yarasını sardı, sonra eğilip gülün dikenine baktı.
“Evlat,” dedi, “gül, kendini korumayı böyle öğrenmiş. Herkes bakar, ama herkes tutamaz. Suç gülün değil, senin dokunuşunun hoyratlığında.”
O gün adam anladı: Bazı güzellikler dokunmak için değil, anlamak içindi. Bazı kalpler ise yara almazdı, sadece değeri bilinmediğinde kapanırdı.
*Kıssadan hisse:*
Her güzelin bir savunması vardır. Acıyı onda arama, yaklaşımını sorgula. Çünkü diken gülü suçlayamaz… Sen dokunmayı bilemedin.
Bir gün bir adam geldi. Güzelliğine kapıldı, kokusunu içine çekti. Ona dokunmak istedi, ama dikkatsizce uzandı elini. Parmağı kanadı. Öfkeyle bağırdı:
“Ne biçim gülsün sen? Güzelliğin kadar acın da varmış!”
Gül sessizce rüzgarda salındı. Ne savundu kendini, ne özür diledi.
O sırada yaşlı bir bilge yaklaştı. Adamın yarasını sardı, sonra eğilip gülün dikenine baktı.
“Evlat,” dedi, “gül, kendini korumayı böyle öğrenmiş. Herkes bakar, ama herkes tutamaz. Suç gülün değil, senin dokunuşunun hoyratlığında.”
O gün adam anladı: Bazı güzellikler dokunmak için değil, anlamak içindi. Bazı kalpler ise yara almazdı, sadece değeri bilinmediğinde kapanırdı.
*Kıssadan hisse:*
Her güzelin bir savunması vardır. Acıyı onda arama, yaklaşımını sorgula. Çünkü diken gülü suçlayamaz… Sen dokunmayı bilemedin.